Pazartesi sendromu diye bir şey çıkardılar diyorlar. Pazartesi de seni sevmiyor diyorlar. Arkadaşlar, haftanın ilk günü sendromu olsun o zaman adı çok istiyorsanız, kusura bakmayın da çok şekilcisiniz. Burada mevzu haftanın ilk çalışma gününün hasbelkader Pazartesi’ye denk gelmesi. Bu konuda konuşmazsam olmaz, o zaman beyaz yakama leke sürmüş olurum. Nasıl ki 2000’lerin sonuna doğru panik atağı olmayanı bir kaç kişi toplanıp dövüyordu; Pazartesi günü öncesinde bu duygusal kıvranmayı, bu manevi bağırsak düğümlenmesini yaşamayanı camiadan dışlarlar ( şiddete karşıyız). Cuma akşamının Cuma gecesi ve hafta sonuna güvenen dayanma gücüyle toplantıymış, sunummuş atlatıyoruz. Gelsin, daha beterini gönderin. CEO sunumu mu, onu da gönderin. Nasılsa Cuma gecesi var, cuma gecesi kavram olarak bile yüzde gevşek bir gülümseme yaratmaya o kadar kadir ki işten çıkıp iki paket cips alıp evde yesen bile Salı akşamı Cahide’ye eğlenmeye gitmeye değişmezsin.

Şimdi hafta sonu deyince biz aslında Cuma akşamından Pazar saat 15.00’e kadar olan süreyi anlıyoruz. Vakit Pazar 15.00’ten sonra bir dakikası iki sayılır şekilde, şarampole yuvarlanır gibi bizi Pazartesi’ye yuvarlıyor. Bu durumda Pazartesi, haftanın 36 saat olan tek günü olma özelliğini taşıyor. Bunun kökenini deştiğimizde hep bizi Pazar sabahı geç kaldırıp, yata yayıla mükellef kahvaltı yaptıran, Pazar westerninin gazı ile oyalayıp “artık akşam yemeği yeriz, geç kahvaltı ettik” diye öğle yemeğini atlatan kadın analarımız çıkıyor. Westerne otururken hala hafta sonuyken filmin bitimiyle “hadi bakalım ödevler bitsin, hadi banyoya yarın okul var, hadi önlüğünü/ gömleğini/ eteğini ipten al ütüleyeceğim hadi çabuk yarın pazartesi!” diye bizlere Pazar’ı aniden Pazartesi eyleten anneler annelerimiz. Sabah “bir yumurtalı ekmek daha vereyim mi evlatcım” diye şakıyan kadın gitmiş, yerine gelen elinde ütüyle gürlüyor.. Travma.

Şimdi o yüzden Pazar günleri düşülen o ani boşluk, güzelim hafta sonundan koparılmışlık hissi, haftalık periyotta düzenli gidip gelen depresyon, ipe gidecekmiş gibi bir hal, sevdiğine son kez bakmalar falan. İstanbul’dan Sapanca, Yalova, Bursa destinasyonlarına uzanabilen cengaverlerin dönüş yolunda gözlerini satılık arsa ve köy evi tabelalarına dikmesi (Buralarda yaşayabilir miyiz Nesrin, ne dersin? Odunu sen kırıcaksan bana uyar Emre), mola yerinden alınan bi kavanoz zeytini putlaştırmak, bahçesinde  at arabası tekerleği olan her mekandan mandıra ürünü toplaya toplaya gelmeler… İstanbul’da kalan temkinlilerin instagramda mutlaka ama mutlaka bir gün batımı paylaşması, geçen saatlere göz göre göre tahammül edemeyip kendini sinemaya atması, sinema çıkışı “ipe gitmenin”telaşıyla yapılan lüzumsuz alışverişler… Cuma akşamı kapı girişine konup hiç açılmadan, hain bir sabırla bekleyen lap top çantası. Açsam mı açmasam mı ikilemi. Pazartesi sendromu bir hastalık olsaydı krizi lap top’ın çantadan çıkarılıp açıldığı an olurdu. Cuma’dan cevaplandırılmamış e postalar offline olarak cevaplanır ve Giden Kutusuna bırakılarak orta derece bir tatmin noktası yakalanır. Bunlar krizin yatışmaya başladığı dakikalardır. Partnerin “ Hafta sonları çalışmak için maaş almıyorsun, bırak açma, yarın işe gittiğinde bakarsın, neden taşıdın bir de eve, doğru düzgün zam da vermediler, seni hak ediyorlar mı bir kere? Etmiyorlar. Senin kalibrende biri ne kadar maaş alıyor biliyor musun? Bulmuşlar senin gibi eğitimli, akıllı, efendi birini; sömürüyorlar. Seni atsa yerine üç kişi alması lazım en az. Biraz bunları düşün….” şeklindeki müdahalesi yürek yedirir, kızgınlıkla karışık bir “hakikatenn yaa..” dakikası yaşanır, kapak küt diye indirilir ve sendroma bir uyku arası verilir. Ya da neyse işte.

Sabah kalktığınızda bıraktığınız yerde bulursunuz. Öğle tatiline kadar dayanırsınız; bir şeyciğiniz kalmaz.

Sendromsuz Pazartesiler dilerim ( nasıl sahtee..) Yeni e-postanız az olsun, status toplantınız bütün gün sürsün inşallah.