Şartlar şurtlar, çalışma ortamı, haklar… Bunlardan şikayet ediyoruz aslında çoğunlukla, işimizden değil. Şartları değiştirebilseydik, daha mutlu insanlar olmaz mıydık?
Şu oksijensiz çalışma ortamında bazen temel ihtiyaçlarımı karşılayamayacak kadar “meşgul”, acil işlerin efendisi gibi çalıştım. Kim bilir kaç defa “dur şunu da bitireyim gideyim” diye yerimde zıplayarak, ardından koşarak tuvalete yetiştim ve kaç defa sistit oldum bilmem. İlk beş yılımda böyleydim diyebilirim, sonra gitgide azaldı bu adanmışlık. İşler tuvalet molası kadar bekleyebilir, kimse ölmez, madalya da takılmaz ama sistit olursun. Bunu iş hayatının olgunluk döneminde net olarak öğrenirsin.
“Aldığın nefes kadar, onu nerede aldığın da önemli”
“Şimdi tam ergonomik sandalyemden ve ortopedik sırt yastığımdan doğrulup, havalandırmayı oda sıcaklığına getiriyorum ve az ilerideki çay mahalline doğru halı döşemeli koridorda tıngır mıngır ilerliyorum. Çayımı alıp toplantı odasında projeksiyonun karşısında yerimi alıp dinlemem gereken sunumu dinliyorum. İşimi bitirmem gereken zamanda bitirmemi engelleyen tüm toplantıların canı cehenneme diyerek akşam fazla mesaiye kalıyorum, Arada kalmış bir saat olduğu için çıktığımda açım, eve gidip bir şey yemek için çok geç bir saat, sadece atıştırıyorum.”
Çalışırken kafamı kaldırdığımda denizi görmek istiyorum. Tuz kokusu duymak istiyorum çalışma ortamımda, toz kokusu değil . Kapalı ortamda boğuluyorum. Doğanın içinde çalışamaz mıyım? Telefonum, bilgisayarım var, bunları üzerine koyduğum masa illaki dört duvar arasındaki bir masa mı olmalı yoksa bir kır kahvesinin yarı boyalı ahşap masasında da işimi yapabilir miyim? Ah hem de nasıl yaparım.
Zamanım benim için çok değerli. Eminim sizin için de öyle. Sıkışık tepişik programlar yaparak ancak rutinlerimize yetişebiliyoruz. Bu zamanı bir başkasının kontrol etmesi de ayrıca “benlik ihlali” gibi geliyor bana. Karşılığında para alırken de sanki ruhumu satıyorum, kendime ihanet ediyorum gibi. Para kazanmanın önemini yadsımıyorum, keşke olmasa para diye bir şey ama en azından kazanırken şartlarımız yüzümüze gülsün.
Bir önceki yazımda bahsettiğim soru listem, adım adım beni cevaplarıma götürüyor ve tabii istediğim çalışma ortamına.
Sabahları yürüyüş yapmak, ardından güzel bir kahvaltı ve kahveyle güne merhaba demek, istediğim yere gidip konuşlanıp çalışmak, akşam trafikten hemen önce eve gelmek, ailemle zaman geçirmek istiyorum. Bunun için ya freelance çalışabilirim ya da kendi işimi kurabilirim. Her ikisi de bana mobilite sağlıyor, bir yere sıkışmadan çalışabilme ortamını yaratıyor.Bunlar benim opsiyonlarım, sizin daha farklı seçenekleriniz olabilir tabii. Aile şirketinde çalışmak, part-time çalışmak gibi.
Bu aşamada alternatif yollar ararken, eşimden, ailemden, çevremden epeyce destek görüyorum aslında. İki maaşla istanbul’da yaşayan biz, nispeten iyi bir standarda sahip olsak da, benim bu kararımla bu bir süre sarsılacak diye düşündüğüm için sanırım, çok hızlı aksiyon alamıyorum. İşte seni tutan ne diye sorduğumda kendime böyle, yine karşıma çıkan meret: PARA
Benim esnek çalışmamla birlikte hayatımızda oluşacak değişimler aslında maddi anlamda hep de olumsuz değil. Dışarıda yenen yemekler, atıştırmalar azalacak, kılık kıyafet makyaj malzemesi masrafları azalacak 🙂 (bu kalem büyük kalem, itiraf etmek lazım). Ama en önemlisi ne biliyor musunuz? Mutlu olacağım.
“Kariyerini çöpe mi atacaksın?”
“O kadar yüksek lisans yaptın bir de, için acımıyor mu?”
“Ekonomik koşullar kötü, iş bırakılır mı?”
Bunlar da gelen tepkilerden bazıları. Evet iyi hesap kitap yapmadıysanız, en azından bir sure idare edecek kadar paranız yoksa, çokça ve sizin kontrolünüzde olmayan düzenli ödemeleriniz varsa (sağlık gibi ) zaten yapmayın. Ben en az 1 sene risk alabileceğim şartları oluşturdum zaman içerisinde, bunca yılda. Kariyerimi kim hatırlayacak? Emekli olurken bana verecekleri altın saati, kaybolan saatlerimle takas etmeyeceğim. Yüksek lisansım da şu zamana kadar bana kendi ayaklarım üzerinde durabilmemle ilgili bir şey kattı mı, hayır, o sadece etiket.
İyi olan “BEN’im”. O nedenle de, her yerde iyi olabilirim.
Her an, her şeyi yapabilirim de 🙂
İzlemede kalın, sevgiler