Toplantı odası diye ayırdıkları alanı alçıpanla beşe bölme fikrine başından beri karşıydım ve tam da o dakika neden karşı olduğum canlı yayınla yan odada yaşanıyordu. Gayriresmi titrim her bokolog olduğu için ( hem hak edilmiş hem kazanılmış) bu odaları nasıl yapalım diye bana da gelmişlerdi, yahu benle ne ilgisi var.. Ben de hepsinin birbirinden bağımsız, gündem gizliliğine uygun odalar olması gerektiğini söylemiştim. Yayla gibi ofis. Örüverin 4 duvar, takıverin 5 kapı. Çuvalla para kazanıyor şirket. Yok. Buyur şimdi alçıpanı, kafana sürersin. Odalara konmasını önerdiğim ve gerçekte konan isimleri ayrıca konuşuruz. Neyse.

Yapılan konuşmayı noktalama işaretlerine kadar duyuyorum. Kızı işten çıkarıyorlar. Meslek hayatımda şahit olduğum en tatsız anların top 10’ini yapsalar herhalde 7’si böyle durumlar. Kız bildiğin sakınmadan, isyankarca ağlıyor. Buncağız bi uymamıştı şirkete, dekorasyonda kaybolmamış, duvar kağıdına karışmamıştı. Uyumsuz bir renkti, çok göze batıyordu. Fiziksel özelliklerden bahsetmiyorum, hemen kıskanç hemcins suçlaması tribine girmeyelim. Eli yüzü düzgün, güzelce ve iyi kız, müdür titriyle geldi ,                        (departmanında sadece kendisi var ama olsun. Hangimiz bir dönem sadece kendi totomuzun müdürü olmadık) gayretli, girişken,  gülümsüyor, işe sarıldı filan ama bir şeyler oturmuyordu.. Hepimiz topuklu ayakkabı giyiyoruz, o giyip tak tuk yürüyünce herkes öyle bir bakıyor ki zavallım direkt balerin yürüyüşüne geçiyor. Kız “ben bunu kabul etmiyorum, ne demek ya?? Ben XYZ beyle bizzat konuşmak istiyorum” diyor. Meslek hayatımda şahit olduğum işten çıkarmalarıın yüzde 80’inde patron ve üst kademe şirketten tüymüş bulunur. Kızın patronla yüzleşme mertliği işte böyle patlayıverdi. Bunları düşünürken bir veryansın daha geliyor “Benim masterım zaten bu alanda, siz beni cvmi okumadan mı işe aldınız??” Toplantıda olduğum ekibe kağıt dağıtıp yazılı yapasım var, sessizlik istiyorum, konsantre olamıyorum. Haklı huklu; “haklısınız”, “haklarınız” ve hatta “haksızlık” filan gibi kelimeler duyuyorum ikacıdan ki müdürü sonuncuyu duysa bunu beşe böler. Nitekim bağırışa ika müdürü de geldi, beklendiği üzere iki ses birlikte yükselişe geçip sonra söndü.

Kız odadan sessizce küfür ederek hızla çıktı. Bu kızın işe henüz başlamadığı günlere dayanan bu sonucun nedenini biliyorum. O tarihten iki sene önce devasa konkur açıp marka iletişimini bir ajansa verdiler. İlk kez ajansla çalışılıyor diyeyim, ne anlama geldiğini anlayan anlar zaten.  Bitirim ajans başkanı her gelişinde bizimkilerin aklını alıyor, haftasonları patronla localar, roof barlarda sosyalleşiliyor. Konkurların biraz da böyle kazanıldığı dönemler ( Bazı dönemlerin başlangıç ve bitiş tarihleri şaibeli olabiliyor bazen…). Başkanın arka plan gayretiyle bol medya görünümü sağlanıyor. Çekimler, kampanyalar, lansmanlar ne yapmadıysak hepsini yapalım, artık büyük marka ligine giriş yaptık havasındayız….. Bir süre sonra bittikleri ajans başkanının bitirimliği patrona batmaya başladı.  Yanında ondan çok konuşması, 3-0 öndeki flörtözlüğü, ikna edilemediğinde “ben konuşurum, beni dinler” formülü ikinci, üçüncü kez yaşandıktan sonra devre dışı kaldı. Patron, bu adamın çantasında keklik olarak lanse edilmekten hiç hoşlanmadı. Bakın, bu patronlar ile ajans başkanlarının birbirleriyle iktidar oyunu başlı başına bir dosya konusudur. Buraya park edelim, sonra gelip alırız.

Koltuğu sallantıda bir dış kapı mandalı da fırsatı iyi değerlendirerek direktörler toplantısında çıkıp “bunun neyine para veriyoruz, biz bi poster istedik, 2 aydır yapacak” deyiverince bardak taştı, düğmeye basıldı. Adamla sözleşmeyi feshetmek için bahane arıyorlar. “Fee’yi indir” dediler, Bitirim “ne indirmesi, esas zam yapmanız lazım, iki sene oldu” dedi. Ajansı gönderme sürecinde neler olursa hatırı sayılır miktarda yaşandı. Sinirler gerildi. “Departman kuracağız, yeni müdür nasıl ilerlemek isterse artık…” deyip bu kızcağızı apar topar aldılar. İşinden istifa etti ve geldi. Ajans çakal. Kıza hoşgeldin diye bir koca nişan çiçeği gönderdiler ve ertesi hafta bitirimin ortağı zarif sevgili, bir kucak hediyeyle patrona toplantıya geldi. Kadın kelimesi kelimesine “emrinize amadeyiz, birlikte çalışmanın bir yolunu bulalım” dedi. Patron bunun gelişini gördü. Kadın tabii portfolyoda iyi duruyorsunuz, zaten sizin için taş atıp kolumuzu yormuyoruz, şimdi ne diye müşteri kaybedelim demedi. Önceki sözleşmede olup nedense vermedikleri hizmetleri yeni sözleşmeden çıkarıp eski fee’nin yarısına anlaştılar. Ajans da junior müştemle bir grafikeri işten çıkardı. Bizimkiler de sonuca oh bayıldı. Kızın işine son verip eski düzene yüzde elli indirimle kavuştular. Patron zedelenen egoyu tamir etti, başkan oyuna geri geldi, kız şirket ajandasını çöpe atarak ofisi terketti.

Bu kızı zaman zaman bir soru yağmuru eşliğinde hatırlıyorum. Oyunu lehine nasıl çevirirdi? Farkında olmadığı doğal aykırılığı mı gidişatı hızlandırmıştı? Yoksa bu doğal aykırılık süreçte önemsiz bir aksesuar olarak mı kalmıştı? Şahit olduğum, sorun bizzat kendisi, performansı veya şirketin mali durumu olmadığı halde gerçekleşen ilk işten çıkarmaydı. Eşsiz bir durum olduğunu düşünmüştüm ( ben de bi saf). Yıllar geçip palazlandıkça her şeye şaşırmamayı öğreniyorsun.

Diyeceğim şu ki fildir, tepinir. Ayak altından çekilin. Bulunduğu noktadaki iklim, çimenin seviyesindeki iklimle en küçük bir benzerlik göstermez. Çimende de bir iklim olduğu gerçeğinin bile farkında olmadığına eminim. Tepinmenin farkına varmak için durun, bekleyin, acele etmeyin. Fildir, tepinir.  Ezilmemek için fil olmak belki de en iyisidir.

Fillere empati, henüz fil olamayanlara ise olma yolunda başarılar dilerim.