Popüler kültüre dair her şeyi bir tu kaka etme eğilimi var ya hani.. ben bu otomatik hor görme eğiliminden gerçekten nefret ediyorum. Dünyanın dört nala kalitesizlik ve basitliğe doğru koştuğunu elbette görüyorum ve içim yanıyor ama bunun tek suçlusunun popüler kültür ilan edilip yeninin her şeyinin de boktan addedilmesi doğru değil, yanlış mıyım?
Mesela “hayaller & hayatlar” diye başlayarak durum tespiti yapmayı iki kelimelik bir kalıba indirgeyen bir pratikliği nasıl çöpe atayım. Çalışan – yaşayan insan çelişkisini en net şekliyle anlatmamı sağlarken üstelik. Şimdilik işi “insan” boyutunda ele alacağım; kadın-erkek işine girmeyeceğim. Zaten çelişkinin manyaklığını görmek için sadece “insanın” durumunu görmek yeterli.
Hayal 1: Bir kariyer sahibi olmak.
Her çalışanın bir kariyeri yoktur arkadaşlar. Kariyer ( sözlük anlamı vermeyeceğim, sakin ), kişinin kendini bir işte/ alanda/ meslek kolunda yetiştirmek, uzmanlaştırmak için harcadığı zaman ve emektir. İşinizi yaptığınız zaman kariyerinize katkı sağlamış olursunuz, o gün işe geldiğiniz için kariyer yapıyor olmazsınız (sorry not sorry). Eskilerin “yaptığın banaysa öğrendiğin kendine” diye bir lafı vardır. Kariyer, bu deyimin tam olarak “öğrendiğin kendine” kısmıdır. Mesela, sizi temiz masaya buyur edip menüyü siz sormadan önünüze seren, kararsız kaldığınızda “ben size önden bir çay getireyim mi?” diye hem kendini hem müessesesini satan, bir dahaki gelişinizde hal hatır soran garson; evet bir kariyer sahibidir veya sahibi olmaya başlamıştır. Avare avare masaya gelip ne alırsınız diye soran, menüyü istediğinizde ise gebersen keşke bakışı atıp getiren, siparişinizi alıp 10 dakika sonra “ama ondan bitmiş” diyen garson da kusura bakmasın, muhtemelen anasının “kazık kadar adamsın, evde oturma git çalış” ittirmesiyle karşınızdadır. “Bu iş zor ya, ben askere gidicem” demesi yakındır.
Kariyer, çokça istek, sabır ve biraz deneyimdir. Sadece Türkiye’de değil, medeniyetine imrendiğimiz ülkelerde de iyi bir kariyer yapmak için resmi çalışma saatleri yetmez. Bunun anlamı illa ki mesai bitiminden sonra şirkette kalmak değil ( bunun da gerektiği durumlar sık olmamakla birlikte olabilir); işiniz ve işinizdeki gelişiminiz için takip ettikleriniz, duyduklarınız, okuduklarınız ve gördüklerinizi işiniz ve işinizdeki gelişiminiz için nasıl kullanabileceğinizi düşünmek; bunu da zaman içinde pratikleştirmektir.
Hayat: Bahsettiğimiz insan zaten günde minimum 8 saatini ofiste, iş adına harcıyor (ya da öyleymiş gibi davranıyor). Şirket politikaları, Türk iş ortamının “açlık oyunları”nı aratmayan hali, işine emek veren ve vermeyenin arasında bir fark gözetilmemesi, bilinçli çalışana şirket için potansiyel bir tehlike gözüyle bakılması; insanları kendilerinden bekleneni yapmak / yapıyor gibi görünmek ve bir gıdım fazlasını (kendi için bile) yapmamaya itiyor. İnsanların kariyer anlayışları “iş bul, çalış, daha yüksek maaş veren bir yer bul ve transfer ol”a indirgenmiş durumda. Cesurlar risk alıyor, sivriliyor, ya batıyor ya çıkıyor. Cesur olmayanlar ise vasatlığı göze alarak şirketlerinin tozlu odalarında kendini unutturmaya çalışıyor. Çünkü insanlar işsizlikten çok korkuyor. Bu bunaltının her sabah resetlenerek devam ettiğini biliyorum. Bu ortamın ve anlayışın yüküyle kişi kendini geliştirmek için bir şeyler yapmak yerine “ Aman şeytan görsün yüzlerini, valla iş saati dışında logoyu bile görünce kafamı çeviriyorum” diyorlar. Bu cümleyi kaç kişiden duydunuz bir düşünün.
Hayal 2: Bir sosyal hayata sahip olmak.
Facebook, twitter ve instagram sosyalliğini saymıyorum; klavye başındaki herkese sosyal deseydik IT’ciler tüm ortamların en popüler insanları olurdu. Sosyal hayat diyorum canım. Yani aile bireyleri, gerçek (et&kemik) arkadaşlar, iş arkadaşları, yeni tanışlar ile sıkça bir araya gelmek; kültürel, sanatsal, gezmesel, oyunsal, sporsal, mangalsal, içmesel, sohbetsel etkinliklerde bulunmak. Elif’le tatile çıkmak, ilkokul arkadaşlarıyla buluşmak, lise tayfasıyla pilava gitmek, anneyle gün ortamlarında gül börek yutmak, Tonguçlarla counter atmak, Murat’ın bekarlığa vedasında birlikte hayvanlar gibi içmek, hatta mahalle muhtarından ikametgah alırken hal hatır sorup iki laflamak.. İşte bunlar hep sosyalleşme. Güler yüzünüzün de sirke satan suratınızın da, iyi&kötü gün dostluğunuzun da, rutin aramanızın da işiniz düştüğünde hatırlamanızın da, sevginizin de içten pazarlığınızın da ayrı ayrı işlem gördüğü bir borsa. Ciddi zaman ve sevgi yatırımı gerektiren bir piyasa ( Yazar metafor kullanmaktan şu dakika itibarı ile nefret etti).
Hayat: Günümüzdeki hali ile iş hayatı, insan hayatına iyi gelen bir şey değil, maalesef. Ofis masalarındaki şirket eşantiyonu masa takvimlerine dikkat ederseniz, kimileri biten günleri bir bir çizer. Bu adam sabırsızlıkla ay sonu bekliyordur, başka bir şey değil. Bir nevi amacını hatırlayarak motive oluyor. Şimdi hal böyleyken; insanlar buldukları iş boş vakitte doğal olarak kısa yollu deşarjlara yönelecek. TGIF boşa mı uyduruldu? Her birimizin neden kıçımızda, göbeğimizde yıllardır fazla kilosu var? Fasılların Cuma akşamları dolup taşması neden? Ağva neden bu kadar popüler oldu? Ya onun kış versiyonu Kartepe? Yukarıda saydığım sosyalleşmeleri gerçekten yaşayabiliyor muyuz? İlkokul arkadaşlarımın bensiz kaçıncı buluşması (o kadar çok ve verimli buluştular ki iki çift evlendi), annemin arkadaşlarını son gördüğümde post menapoz muhabbeti yapıyorlardı; şimdi cinsiyetlerini hatırlamıyorlar. Sosyalleşme artık kendiliğinden gelişivermiyor; bizler insanla muhatap olmaktan bıktığımız için artık hal hatır sormuyoruz, koca gözlükler takıyoruz, karşıdan biri geldiğinde telefonun ekranına bakıyoruz; yolumuzu değiştiriyoruz. Kendimize kalan vakitten bir merhabalık zamanı ortalama bir tanıdığa kaptırmak istemiyoruz.
Hayal 3: Spor yapmak! Bütün gün ofiste kıç çürütüp boyun düzleştirdikten sonra ilaç gibi. Trendyol’un metin yazarlığı harikası tema başlıklarından birini tıklayıp 300-400 TL harcadıktan sonra 2 gün de beklersen işin faça kısmı tamam ( Eski t-shirt ve tayt ile gidersen kalori yakamıyorsun çünkü). Haftada 3 gün rutinini tuttur, fazlasına da gerek yok. Playlist’ini yap, saat 18.00’de kaç. Müdür elinde spor çantasını görünce mesai beklenti seviyesini otomatikman düşürecektir zaten.
Hayat: İşten sonra spora gitmek en sevdiğim hayallerden. Bunun geyiğini bile yapmayalım arkadaşlar, çok yapıldı. Salonun bir yıllığını peşin ödeyip gitmemek, evdeki bisikletin “ardiyeye giriş”e dönüşmesi, yarım saat koşmanın üstüne yer açıldı deyip yarım tepsi börek yemek… Hele fazlalık 5 kilo ve altıysa siz onu spora giderek vermeyi unutun. Siz spora gideceğiniz gün sistem patlar, kalıp düzeltenlerden biri siz olursunuz. Şehir dışından arkadaşınız gelir; gezdirmesi size düşer. Beşiktaş’ın maçı olur. Müdür inadına e-posta üzerine e-posta atar, efendiliğinden gık diyemezsin. Annen “bir akşam erken gel de yüzünü görelim” tiribi atar. Sen de “amaaan, 5 kiloyu ben nasıl olsa veririm, hem evde bisiklet de var ” deyip erteleme döngüsüne girersin. Fazla kilo 5 ve üzeriyse adanmışlık duygusuyla spora daha sadakatle gidiliyor, fyi. Düzenli spor yapmak için hemen biraz daha kilo alın.
Yazının ikinci bölümünü ilerleyen tarihlerde yayınlayacağım. Şimdilik hepinize mutlu pazartesiler ( şaka 🙂 Allah sabır versin)