Üniversitenin son senesinde ve hele de işletme okuyorsanız, hangi mesleği yapacağınıza karar vermiş ya da o aşamaya gelmiş olmanız gerekir. En azından 80 model bir işletme mezunu olarak bunu yaşadım o zamanlar. Bir işletmenin finans kolunda mı, pazarlama tarafında mı, satış kanalında mı yoksa benim k.ç taraf da dediğim insan kaynakları tarafında mı olacağınız tamamen size kalmıştır. ”Adora sen ne hakla insan kaynaklarına k.ç tarafı diyorsun “ diye bana çemkirebilirsiniz ama ben de sizlerden  biriyim gençler, sakın ha alınmayın. Hakkı tam da buradan alıyorum.

Röportaj furyamızın bugünkü konuğu bizzat benim. Başka bir insan kaynakları profesyoneli ile görüşmeme gerek yok çünkü yakınımda çevremde beraber çalıştığım, arkadaş olduğum o kadar çok “İK” cı var ki, her gün hepsiyle aynı anda röportaj yapıyorum zaten. Pardon yapıyordum, Kurumsal hayat defteri dürüldü artık 🙂 Hep unutuyorum, alışamadım.

Neyse İK cılar, İşletme bölümünde kalmıştım sanırım. İşletme son sınıfta, benim dönemimde ennn popüler alan insan kaynakları idi. Daha yeni yeni parlayan, personelcilikten çıkma sancıları çeken şirketlerin harıl harıl “uzman yardımcısı” aradığı dönemler. Malum eski personelcilerde İngilizce yok, bordro özlük ağırlıklı yıllarca çalışmışlar ama yeni uygulamada ne olup bittiği ile ilgili bihaberler. İşletme bölümünden pıtırak gibi İK cı çıkıyor. Çok havalıydı o zamanlar insan kaynakları. Neredeyse hepimiz kadın olmak üzere bizler kurumsal hayata resmen “saçıldık.”

Kendi konum olunca çok dağılıyorum, şöyle yapalım biz:

İlk Göz Ağrısı, İlk Karın Ağrısı

Staj yaptığım şirket olduğundan adaptasyon sıkıntısı yaşamadım. İlk ve son erkek yöneticimle burada çalıştım. Eski personelci tabii kendisi, yuvadan uçan kadın yeni yetmeler henüz şirketleri istila edememiş. Hormonel savaşlar henüz başlamamış, kıskançlık ve gıybet ortama nüfuz etmemiş diyebiliriz. En rahat yıllarımı geçirdim orada, en rekabetsiz, en durağan.. En durağan… İşte bu, kendini geliştirmek isteyen, öğrenmeye aç birini bir süre sonra tatmin etmiyor. Ama ne yalan söyleyeyim bir erkek yönetici ile çalışmak, kadının iş hayatındaki ömrünü uzatırmış.

İşinin Seni Manevi Anlamda Doyurması   

Zaman zaman fark etmişsinizdir insan kaynakları uygulamalarını eleştirdiğimi. İnanmadığım için değil, kimisinin doğru uygulanmadığını düşündüğüm için. Kişiye özel değil genele yayılması gereken birtakım sonuçları barındırması gerektiğinden. İnsan kaynakları departmanlarında geçirdiğim onca senenin yaptığım işi sevmemle kesinlikle doğru bir orantısı vardı. Yaptıklarım, başardıklarım ve geliştirdiklerim beni manevi anlamda fazlasıyla tatmin etti. Her ne kadar gördüklerim bazen “hadi ordan” dedirtse de.

Güç Savaşı Yaşamayan Var mı?

Kadın sayısının fazla olduğu departmanlarda her türlü duygu fazlasıyla ortalıkta yaşanır. Çetrefili bol duygusal varlıklarız 🙂 Yöneticiniz ya da çalışma arkadaşlarınız hiç olduğundan farklı davrandı da “bugün bunda bi haller var” demediniz mi. İnsanız iş eve ev işe yansır. Anlıktır günlüktür ama bunlar uzamaz. Bir de güç savaşı haline gelen tavırlar vardır ki işte ben ondan bahsediyorum. Bir gün üst yönetimden birinin arkadaşının kızı yetiştirilmek üzere departmanın kapısından adım attı. Bana da yaptığım işlerden bazılarını delege edip, öğretmem söylendi. Uzman sayılırım artık ve onun yaşına da en yakın benim. Ne düşünürsünüz normal olarak? Aaa ne güzel, arkadaş da oluruz, yemeğe de çıkarız, ortak noktalar yakalayabiliriz vs vs. Peki ne oldu? Bu işi neden bana veriyorsun, veremezsin diyerek direkt soluğu yöneticimizin yanında aldı. Gözünde kin vardı yaJ Amcasına da söyledi tabii. Bir şey olmadı elbette sonrasında ama benim bu tip kayırılmış ilişkilerin içerisinde olmamam lazım diye düşündüm. Bir süre sonra çok daha iyi bir teklif aldım ve istifamı verdim.

İnsan Kaynaklarında Çalışmak

Boş boş oturuyorlar işte lafını, kendi işinin/alanının narsistleri çok söyler. Etrafta bir departmanın iş yükü hakkında atıp tutuluyorsa bilin ki insan kaynaklarıdır. Nedense fazla mesai “top list” inde ilk üçe girerler. Aptal mı bunlar? Zaman yönetimi mi zayıf? Hayır:

  1. Her zaman eksik adam çalışırlar, satışa eleman ihtiyacı var denilirse bütçede onaylanır, insan kaynakları isterse hallediyorsunuz zaten denir. Neden? İşe direkt katkısı ölçülebilir değildir. İyi yönetilmiş bir işten çıkarma sürecinin şirkete ne kadar kar sağladığı ya da sağlayacağı önemsiz gibi görünür ya da işten çıkma oranının az olmasının rakamlara nasıl olumlu yönde yansıyacağı.
  2. Yöneticileri o kadar üst yönetim tarafından değersizleştirilmiştir ki, çaresizce iş üretmek ve raporlamak için çırpınır. Olan yine aşağıdakilere olur.

İnsan kaynaklarında çalışınca, diğer çalışanlarla aranızdaki mesafeyi çok iyi ayarlamanız beklenir. Bu demek oluyor ki herkesi dinle, departmanın işine yarayacak bir bilgiyse kullan, asla yakınlık kurma, arkadaşlık hiç, dışarıda sosyalleşmek asla. Birileri ne der sonra? İK departmanında paylaşılmaması gereken şirket ve çalışan bilgileri saklanır. O birileri çıkar da “çok samimi falancayla, acaba ne anlatıyor ne konuşuyorlar” dediğinde nasıl inandıracaksınız çocuk bezlerinin ne kadar pahalılaştığından bahsettiğinize? Mahalle baskısının daniskası 🙂

Sevdim Hem de Çok

Tüm dezavantajları işinizi çok iyi yaparak bertaraf edemezsiniz. İlişki politikanızın sağlam olması da gerekli.İş hayatında huzurlu ve sürekli kalabilmeniz bununla da alakalı. Ben işimi çok sevdim, çok iyi yaptım inanıyorum. Senin gibi insana dokunan ve yönetimle çalışan arasındaki dengeyi birini daha çok kayırmadan koruyan bir İK cı görmedik diyorsa birlikte çalıştığım tüm insanlarım, bence başarmışımdır. Geriye kalan tüm politik oyunlardan kendimi koruyabilmiş olmam da irademle ve ilişki politikamla alakalı. Daha önce de bahsetmiştim: Ayrılışım iş ortamımı da kendim gibi mobil hale getirmek istememle, yani kısaca ruhumla alakalı.

Anılar Biriktir, İnsanlar Biriktir

İşe alım sürecini yönetiyorum, adaylar geliyor gidiyor, Ben tüm günümü neredeyse mülakat odasında geçiriyorum o dönemler. Departman yöneticisinin de ihtiyacı acele, benimle birlikte görüşmeye girmek istedi. Y jenerasyonundan bir kızceğiz, sıfır deneyim, yetiştirilecek. Mülakatı tamamladık, kapıya kadar geçirdim. Yönetici de yanımda. El sıkışmamızla kız beni kendine doğru çekti, yanaklarımdan öptü. Sonra da yöneticiyi öptü. Samimi 🙂 Başka bir görüşme sürecinde adaya “kendinizle ilgili size sormadığım ama keşke sorsaydı da anlatsaydım” dediğiniz bir şey var mı dedim. Bana sevgilisini falan anlatmaya başladı. Anlatacak birine o an ihtiyaç duydu sanırım, tabii ki dinlemedim.

Çok insan tanıdım öyle böyle değil. Tanıdım darken analiziyle manaliziyle gerçekten tanıdım. Bir yandan da biriktirmişim ne mutlu bana. Ben de o “yalnız kalacaksın gerekirse, kimseyle samimi olma kendi departmanından başka” baskısına bir zamanlar maruz kalmıştım, pek de umrumda olmamıştı. Tabiata ters bir kere. Departmanın adına da ters zaten. İnsana dokunmayan insan kaynakları mı olur? “İyi ki” lerimdendir biriken dostlarım.

Ayrıldıktan sonra hangi birini hatırlayacaksınız o şirketlerin? Kazandırdığı insanlardan başka…

Sağlıcakla.