“Yaşadığın zorlukları, çekemediğin ilişkileri ve katıksız haksızlıkları sırtında taşırken, şikayet etme ve bahane üretme” dedi içimdeki ses.
Daha sık söylendiğimi hissetmeye başlayalı çok olmadı aslında. Belki de farkındalığım gözlerini yummuştu, kulaklarını tıkamıştı ya da sadece alışmıştı mevcut durumuna, bilemiyorum.
Geçenlerde çok yakın bir arkadaşım, yeni bir projenin sorumluluğu ile birlikte kendisine bir üst pozisyon teklif edildikten üç gün sonra istifa etti. “Burada çalışmak, yapmak istediklerime engel oluyor” olmuş yöneticileri sorduğunda cevabı. Baktığınızda içinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda var olan çekip gitmek riskli bir durum, herkes işine sıkı sıkı sarılmış durumda. Şirketler ya kapanmanın eşiğinde ya da sürekli ottan boktan sebeplerden adam çıkarıyor. “Ben yapamam, çok istesem de sorumluluklarım var, ödemelerim var,” dedi o gün masadaki bir başka arkadaşımız. O da madalyonun diğer yüzüydü. Ben ise zaten kafamı bir süredir kurcalayan, ufak ufak tasarlamaya başladığım gelecekteki hayatımdan pek bahsetmedim o gün. Zamanlama tam da olgunlaşmamış durumumu masaya yatırmak için pek uygun değildi, sessiz kaldım.
İşimi seviyor olsam da, “gördüğüm bana yetti” moduna girdim, çıkamıyorum. Dışarıdan tuzum kuru gibi algılansa da, kimse şu an için bana ilişmiyor olsa da, olmak istediğim yer burası değil. Böyle bir yer değil. Bir işletme, bir ticarethane, bir plaza değil, bunu biliyorum. İş tanımını kimsenin bilmediği ama sanki gayri meşru çocuğuymuş gibi genel müdürün bayılıp bittiği mallardan, bağıra bağıra telefonda konuşunca çok çalışıyor imajı verdiğini sanan aptallardan, yöneticisinin peşinden üç şirket değiştirip bedavadan terfi alan hazımsızlardan uzak olmak istediğimi de biliyorum.
Her sene yıllık izinlerimden ortalama bir hafta devretmiş. Hakkım olan dinlenme süresini bile kullanamamışım. İstemediğimden miydi sizce? Fazla fazla git tatile erit diyor sevgili insan kaynakları müdiresi ama benim tatilin ikinci gününde geri çağrılma riskim var, sen ne diyorsun? Ben onları ihbar süremden düşürteceğim sanırım. Naapayım sen söyle iiikaaa, erimiyor.
Peki ya bilmediğin yer? Gitsen farklı bir terane ile karşılaşacağını bilsen ne yaparsın? İşte bu on altı senenin sonunda geldiğim nokta bu. Sordum kendime;
- Sevdiğin işi mi yapıyorsun?
- İstediğin şartlarda mı çalışıyorsun?
- Nasıl şartlarda çalışmak istersin?
- Bu şartlara ulaşmak için ne yapmalısın? Alternatif yollar ne?
- Seni tutan ne?
Bu soruların cevaplarından tam olarak emin olduğumda sanırım beni tutan hiçbir şey olmayacak. Mutluysanız sorgulamazsınız, sorguluyorsanız bir terslik vardır, değil mi? Tıpkı ilişkiler gibi. Bizim iş hayatı ile aramız şu sıralar açık ve çelme atmak için fırsat kolluyorum diyebilirim.
Çalışma hayatının ilk yıllarında çok sahipleniriz çalıştığımız şirketi. Ne yapsa doğrudur. Televizyonda reklamı yayınlandığında tüylerimiz diken diken olur hatta. Aidiyette tavan yaparız. Halbuki aramızda sadece bir kağıt parçası ile birbirine iğreti tutturulmuş bir ilişki vardır. Bunu da ilk olarak, daha iyi şartlar uğruna o iş yerini bırakıp giderken ya da farklı sebeplerden o bize “güle güle” derlerken anlarız. Bu bir menfaat ilişkisidir, sevgi barındırmaz, barındırması da gerekmez. Faniyiz bu “hayat”ta, gideriz ve ölürüz.
Sevgili okuyanlar… Bilin ki bu kız büyük ihtimalle sene bitmeden kendisi için, kendi belirlediği şartlarda, sevdiği işi yapmak için gidecek. Varsın onlar için ölsün ama kendisi için yaşayacak. Bu, net.
There is One comment
Sevgili Adora,
Bunları sırf sorgulamak bile cesaret gerektiriyor. Umarım her şey gönlünce ve kolayca olur..