Biliyorsunuz ki Türk milleti olarak miladi takvim, güneş saati, GMT +3 / UTC +3 saat diliminin yanı sıra “ya daha çok var ya…” zaman birimini de kullanıyoruz. Halk arasında ( Bu arada ilk kez Marie Antoinette’in kullandığı “halk arasında” kalıbı, sözün sahibini halktan soyutlar, A, A+ SES’in de ötesine yükseltir, şato halkının elektronik cihaz sahiplik oranını artırır) “kim öle kim kala” olarak da kullanılan ifademiz, yüzyıllar içinde bu toprakları erteleme refleksinin başkentlerinden biri haline getirmiştir. Bu refleks, en büyük itici gücünü “geç olsun, güç olmasın”dan alır. İlkokulda belirli günler ve haftalar olarak bildiğimiz tarihlerin, göbek atarak karşıladığımız erteleme bahanelerine dönüşmesi şaşkınlık vericidir.
-Tarık bey, bu işe alımları ne zaman tamamlarız tahminen?
– Bayramdan sonraya bırakalım bence, geç olsun güç olmasın.
-Firuze hanım, ilk taslakları haftaya görür müyüz?
-A ama haftaya 19 Mayıs (tüm hafta mı?), sonraki hafta diyelim.
Tarih, bu tarihlere yaklaştı mı herkesin nedense meşru olarak bir erteleyesi gelir. Resmi tatil 1 gün dahi olsa, sanki o bir tek gün; uzun uçuştan hemen önceki son sigara, diyetten önceki son çökertme kebabı gibidir. Bitmesin istenen, yarınlar yokmuş gibi yaşanan. O gün nasılsa kıyamet kopacak ve ertesi günü iş olmayacaktır. O gün nasılsa zombi istilası olacak veya ofise ulaşamadan kemirilinecek ya da sırtta çanta, Migros’un deposuna sığınılacaktır. O gün nasılsa çok kar yağacak bütün gündemlerin ağzı burnu kar dolacaktır. Bunlar kaçıştır arkadaşlar. Psikoloji bilimine dayanarak yaptığınız her tenkit, iş hayatında saldırı olarak algılandığından Tarık ve Firuze’ye peki der, masanıza dönüp tırnağınızı yersiniz. İmkanı olanlar ajansı haşlar.
Bu günlerden insana bu duyguyu en çok yaşatanı yılbaşıdır, yani 1 Ocak. Stajyerinden genel müdürüne, herkesin kendine göre bir programının olduğu ( inadına program yapmamak da bir programdır diyeyim de herkes bi rahatlasın), konuya en alakasız durmaya çalışanın bile en azından yeni başlangıç kafasına erdiği o çok tartışmalı tarih.
Şirketlerimiz de tabii bizler için bu tarihi kendilerine yaraşır şekillerde birer “motivasyonel etkinlik” olarak değerlendirir.
Kimi şirketler kuruyemiş, cips, meyve ve türevlerinden oluşan ev paketleri hediye ederler ki benim tüm şirket yılbaşı etkinlikleri içinde en hoşuma gideni budur. Yapmak zorunda olmayıp yapılabileceklerin en incesi.
Kimileri 31 Aralık’ta masalara mandalina (mesela asla muz değil), cips (asla Doritos değil), ve kuruyemiş (asla Antep fıstığı değil) dağıtarak “hiç bir şey yapmadılar” dedirtmeme çabasına girerken, kimileri bunun yanına birer iki buçuk litrelik fanta ve kola da açarak yaptım oldu partisi düzenler.
Kimileri civardaki yeni mekanda akşam yemeği verirken, mütedeyyin yapılarda bu öğle yemeğine de dönüşebilir. Kimi şirketler ofisi organik bir şekilde parti mekanına dönüştürüverir. Boyuna sarılan parlak otriş süslerin, karton şapkaların, çalan müziğin ve açılan üç şişe şarabın etkisiyle burası dünyanın en samimi ve eğlenceli ortamına dönüşür, mensuplarından başka kimsenin anlamadığı espriler birbiri ardında gelirken gecenin en çok beklenen anı yılbaşı çekilişi sonuçları olur. Çekilişte patrona çıkan ihya olup patronun çıktığı da ceketi satıp bir kutu Cohiba almaya kalkmasın diye mesela 50 TL’lik üst sınır veya sadece kitap alma şartı konmuştur. Bunlar beğendiğimiz hareketler.
Ajans partileri, şirket yılbaşı eğlenceleri içinde kuşkusuz en popüler ve eğlenceli olanıdır. Bir kere daha az kasıntıdır, espriler kalitelidir, networking imkanı çoktur, içki boldur, uzun sürer ve after party muhakkaktır. Deney tüpünde içki dağıtan kızlar, dansöz ve hatta canlı müzik.. evet, bunlar şehir efsanesi değildir. Eksiği vardır, fazlası yoktur. Müşteriler için, ajansın partisine davet edilmek haklı bir kostaklanma nedenidir ( canciğer değilseniz gitmeyin. Günde otuz kere konuşuyorsunuz zaten, bi bırakın gıybetinizi rahaat rahat yapsınlar).
Bazı tip köklü firmalar, kökten uca beslendiklerinden zaar, ciddiyetinden ne yapsan taviz veremez. Bütçenin gereği ve kuruluşun şanından tüm ekip jet set bir restorana götürülür fakat kasmaktan, atılan iki tekin de etkisiyle, mekan tuvaletinde göbek atıp masaya yine sadrazam heykeli ifadesiyle dönerler. Bu yemekten ayrılan soluğu balık pazarında alıp ceketi beline takar…
Holding yılbaşı kutlamaları ise bunların içinde en afili olanıdır. Dress code’lu, celebrity’li, davetiyeli mavetiyeli, selfie’lik manzaralı devasa mekanlarda, sosyete düğünü gibi anlı şanlı kutlama yapan kimi holdingler, zaten eğitim ve piknikten başka bir şeye kullanılmayan iç iletişim bütçesini uçan halı satan Kapalı çarşı esnafı gibi harss diye çalışanının, bayisinin ayaklarının altına seriverir.
Benim bir numaram, geçinemediğin birim başkanlarının, zaman zaman yoksa kalp krizi mi endişesine düştüğün dansları, başkanın şoförüyle karşılıklı gerdan kırması, konuşmaların şirketin en genç ve en yaşlısına yaptırılması, kafi miktarda içki, buzlu su, bir kaç açık büfe atıştırmalık, iyi müzik, bol fotoğraf ve gecenin sonunda şirkete gelen iki kazan çorbadan ibaret yılbaşı kutlamasıdır (based on true events). Eski aşkına ağlayan arkadaşınızın elinden telefonunu almak, fazla kaçırmış olan için makinenin koyu kahve tuşuna basmak, gün içinde tırstırdığınız insanlara eğlenen yüzünüzü göstermek, ilgi bekleyen emektar personele hal hatır sormak, mikrofonu alıp şarkı söylemek (arabeskten, halk müziğinden utanmamak), çok eğlenmek, bütün bir yıl yaşadıklarınızı düşünerek “hak ettim ulenn, daha bile fazlasını hak ettim” demek ( ama içinden demek, sakin olmak..) ve yine çok eğlenmek ön şartları sağlanarak tüm kutlamalar iyi geçmiştir umarım.
Daha da çok çalışmanız için değil, emeklerinize teşekkür etmek için bu tip etkinliklerin yapıldığı bir yerde çalışıyor olduğunuzu ümit ediyorum. Herkese gönlüne göre bir yıl diliyorum.