Kurumsal hayat klişeleşmeye çok meyilli, malum. Kendisi zaten klişe sever ve hatta destekler. Bakmayın öyle 10-15 senedir tekerlemeye dönen think out of the box, jump outside the jar falan; kesin ve net; rutini bozar, klişeye çomak sokar ve akışını engellersen önce bi allar pullarlar sonra hadi canım ( Bkz. Ciddiye alınmama, gözden düşme, üst düzeysen işten atılma :)) Kutunun dışından bildiren her Türk çalışanı canlısı bunu tatmıştır.

Kurumsal hayat evreni içinde sürdürdüğümüz kendi kurumsal hayatlarımız da  ( sanki başka bi hayat varmış gibi) aslında klişeleşmeye çok meyilli. Bir dışarıdan bakın Allahın aşkına, zaten derli toplu görünümlü uysal birer kedi gibiyiz. “Tabii, evet, yaparım, çözerim, hallederim. Yemeğe çıkmam, tuvalete gitmem bitiririm, mesanem sarksın varsın. Mesaiye kalırım, eve geç giderim, çok tutar şimdi taksiye de binmem… Herkes kendini nasıl tanıttı ve kabul ettirdiyse öyle devam etmeli, tarzı baştan belli olmalı, değişmemeli, kimse sürpriz sevmiyor. Biri bir gün rutini bozup gri yerine kırmızı hırka giyse “kime bu cilveler” denip kat mutfaklarında arkasından konuşuluyor ( tespit çoğunlukla doğru çıkıyor ama kurumsal dışında hayat bilmediğimiz için kırmızı hırkanın muhatabının şirket dışından olması kimsenin üstünde durmak istemediği bir ihtimal olarak kalıyor).

Dışardan bakıldığında ne yapıyor görünüyoruz bilmiyorum (çok da fifi), ama çoğunlukla aynı saatte aynı mekanlarda aynı şeyler. Yani;

*Sabah servis uyuması. Burada mod kesinlikle gıdısını şişirmiş ve uyandırırsanız gebertirim ifadesiyle gözlerini kapatmış Müberra teyze. Uyanıksan servise geç kalanlara söylenme bonusu.
* Kahveciye koş, şirkete yürü. Bir karton bardak kahve için beklenen sıra ve ödenen parayı “çalışıyorum kardeşim, başka ne lüksüm var?!” İç ses atarıyla legalize etme refleksini devreye sok.
* Kahvaltının anavatanında tost/ yağlı poğaça kemir. Benim kahvaltımın hakkını Sultanahmet’te elin turisti veriyor. Ayıp.
* Anti sosyal in style. Girişi güneş gözlüğü ve koca kulaklıklarla yap ki, herkese “yoluma çıkma görmem, hiç seslenme duymam” mesajını net bir şekilde ver, benden uzak dur ifadeni yeterince yansıttığından emin ol (kıvırmayın, bunu hepiniz yaptınız)
* Power on ve hold on. Evet biliyorum, sizin de bilgisayarınız geç açılıyor.
* Düşmekte olan e-postalarla gelişen ani monologlar. “Ben buna cevap verdim yıaa…”, “deli mi bunlar, bugün ne sunumu”, “toplantıya girmekten iş yapamıyoruz ya?!”..
* e postaları cevaplandırıp toplantıya girerek iş yapamayarak öğle tatili edildiyse burada bir duraklayabiliriz.

Öğle tatili [ buraya bir güzelleme gelecek]. Nasıl gelmesin? Nasıl gelmesin söyle. Burada bizim kurumsal hayatlarımızın konsantre sarj ve deşarj süreci başlaar ve başladığı gibi biter. Öğle tatili çölde küçük bir vaha, okyanusta bir kayalık adadır. Daralan nefese durak, sendroma imdat, resmiyete dökük kaçamaktır. Dakikası bile kutsal, dokunulmazdır. Öğle tatilini yiyen toplantıya düşman olur, tavır yapar, bir kenara yazarsın. Tabii ki toplantılar kutsal öğle tatilini yiyebilir ve sen tepkini alenen göstermeyip stratejik hareketlerle gelecekte bunu atlatmayı öğrenirsin. Kurumsal hayat aleni reddedişleri sevmez. Çıkılabildiyse eğer öğle tatili; büyük ve rekabetçi beklentilerle başladığın ( “yemeği hızlı yiyip terziye pantolonu bırakırım, oradan lostraya uğrar, bizimkilere kahvede yetişirim. Dönerken vitrindeki ayakkabıyı denerim, numarası yoksa yanındaki de güzel, onu da alabilirim aslında. Markete uğrayıp, bir de sigara içip ofise çıkarım”), sonunda çoğunlukla bir veya iki kapı yapabildiğin, sigaranı da vicdan azabıyla artı vakitten çalarak içebildiğin hayat değil, çalınmış zamandır (Shakespeare’e buradan bir selam).. İş hayatında yapılamayan, uğruna nice koç yiğit eğitimler aldırılan zaman yönetimini öğle tatiline uygulayabilen babayiğitler de yok değildir, ben bu kadınlara çok saygı duyarım. Cinsiyetçilik yapmıyorum, bunu erkek yapamaz. Onların üstün rekabetçi kimliği öğle tatili challenge’ı iplemez. Bu kadınlar rotayı daha ofiste belirler ve çıkar, yemeğinden feragat de etmez; salatasına kadar yer, terzisine lostrasına uğrar, ayakkabıyı -ikisini de deneyerek- alır, markete uğrar, sigarayı içer ve ofise vaktinde döner. Vaktinde dönmüş dönmemiş aslında çok da umuru değildir, işlerin yetişmesindeki sır da zaten budur. Cüzdan kolun altına sıkıştırılmış, bir elde poşetler, diğer elde yarım kahve ile ofise muzaffer bir eda ile dönen bu amazona kapılar adeta kendiliğinden açılır. Makul bir ön araştırma süreci ve öğle yemeğinin paket yaptırılması suretiyle öğle tatilinde buzdolabı bile alınır arkadaşlar, sıkıntı yok. Ben değil de benim bir arkadaş.

Çok da abartılacak şeyler değil bunlar yani.

Her renk yakalılara uzun öğle tatilleri dilerim. Yemek sonu çayınız ikram, yemek fişiniz bereketli olsun.