İkale sözleşmesi ile ilgili yazımda demiştim ki, bir de gerçeğinden hikayesi var sırada bu yazının. O an aklımdan geçen yaşanmış olay, başka bir olayı daha hatırlattı. İki hikaye olsun, kahramanları farklı, yaşatanları farklı ama yaşattıkları aynı.

DAHA KOLAY

Turgut, çok iyi bir üniversitenin işletme bölümünü bitirmiş, yurt dışında yüksek lisansını tamamlamış ve döndükten sonra da sırasıyla büyük şirketlerde pazarlama alanında orta kademe yöneticiliğe kadar yükselmişti. İki çocuğundan birisi okul çağındaydı. Eşi çalışmıyordu. Kendisi bizim şirkete davullarla zurnalarla transfer edildiğinde, şirket yatırımlarla birlikte büyüme hedefini uçurmuş ve havasından geçilmez haldeydi. Ayakları yere sağlam basan Turgut, belkilerle inşallahlarla start veren projeler cennetinde pazarlama müdürü olarak işe başladı.

Çok yoğun bir tempoda çalışıyorduk şirket olarak, gecesi sabaha karışan ve saat menfumu olmayan bi düzendi. Hedefe ulaşmak için verilen termin 1 yıldı. Projenin başındaki zat sayesinde arap atı gibi olmuş, rakamlar, veriler ve sunumlar içerisinde boğulmuştuk.

Turgut, pazarlama direktörüne bağlıydı. Direktörünün İngilizcesi çok zayıftı ve proje bazlı süreçlere hakim değildi onun kadar. Tüm yükü Turgut’ta olan proje tıkır tıkır işliyor, analiz ettiği veriler sunuluyor, -Tabii direktörü sunuyor- takdirin dibine vuruluyor, alkış kıyamet kopuyordu. Derken proje bitti, zamanında ve başarıyla.

Çok değil, bir ay kadar geçmişti üzerinden. İnsan Kaynaklarından çıkarken gördüm Turgut’u. Çok düşünceliydi, hayal kırıklığına uğramış yüzü her şeyi anlatıyordu.

Sordum…

İnsan Kaynakları kendisi ile sabah saatlerinde bir görüşme talep etmiş. Projedeki başarılarından dolayı içteeen memnuniyetlerini sunduktan sonra, ikaa müdürü çok sevimli kadın, kendisi ile “güzellikle” yollarını ayırma isteğinden bahsetmiş şirketin;

“Projemiz bitti, iki yönetici fazla departman için, şu anda bütçe kısıntısına gitmemiz lazım,”

–Cehennemin dibine gidin!

“Direktörümüz uzun yıllardır bizimle, sizin yetkinlikleriniz çok iyi olsa da yöneticilik tecrübeniz az”

–Koca projeyi parmağımda döndürdüm ben be!

“Direktörümüz ile yollarımızı ayırsak ödenecek tazminat dağlar kadar, yaşı da var, sizin iş bulmanız kendisinden daha kolay..

-Neeee!

“Biz sizin özgeçmişinizi eş dost firmalara yollarız”

-?!

Bu kadar çok sebep sayılınca, hepsini götürüyor anlamsızlık. Söylenen; seni çıkarmak daha kolay, seninle işimiz de bitti zaten.. Bu nedir? Bir sene için işe aldığın belli iken başından, Turgut’u mevcut işinden koparıp kandırmış olmadınız mı? Sözleşmeli çalışacak kalifiye birini bulamadılar da tabii. Sonuç: “Gel seninle 3 maaş bazlı bir ikale anlaşması imzalayalım. Dava da açma işte ne olacak iş bulursun zaten, ingilizcen de var!?” Kabul etti mecburen, referans lazım, davası olmaması bir avantaj sayılacak… Turgut, sonra uzunca bir süre iş bulamadı, şans… Ailesi vardı.

OOO PİTİ PİTİ …

Şirket küçülmeye gidiyordu. Zarar üzerine zarar açıklanıyordu. Her departmandan birileri listeye eklenmişti. Üzerinde uzun süren müzakereler yapılıyordu yöneticiler arasında ve sürekli günah keçileri değişiyordu. Bazı departmanlarda aynı işi yapan çokça kişiden performansı az olanlar elenirken, bazı departmanlarda da elenecek kimse yoktu açıkçası. Sayıca az, verimli çalışan ve sadece ya şundadır ya bunda yapıp eleyeceğiniz cinsten.

Serra da finans departmanında kıdemli uzmandı. Kısa süre önce muhasebe departmanından geçiş yapan uzman yardımcısı, müdürü ve direktörü ile birlikte çalışıyordu. Tüm akış Serra üzerinden yürüyordu. Tüm mutabakatları yapan, departman ilişkilerini yürüten O idi. Şirket içi tüm projelerde standart isimdi. Çömez bilmez, yöneticiler tamah etmez. Bir yandan da çömezine iş aktarıyordu. Çömez yarısı alır, yarısını almaz üstüne, geri dururdu.

Küçülme döneminde listelerle ilgili çalışanlar arasında bahisler dönerdi. Serra’nın adı hiç geçmezdi. Ne de olsa departmanın bel kemiğiydi. Tüm tahminler, yöneticilerden birinin gitmesi yönündeydi. Bütçeden tasarruf ise konu tabii.

Kim gönderildi? Tahmin?

Kızı aldım, bi sigaraya çıktık. Anlattı:

-Ama amaa!?

“Şirket olarak aile hayatına da önem verdiğimiz için, biraz sosyal statülerinizi de düşündük karar verirken”

-?!

Müdürünü göndereceklermiş aslında ama ev geçindirdiği için gitmiş direktöre ağlamış, vazgeçmişler. Çömezin maliyeti az, şirkette çalışma süresi uzunmuş. Direktör desen… Kısaca Serra’dan vazgeçmelerinin sebebi bekar olmasıymış. Bu sebebi utanmadan söylemişler. Giderken bir ağlaştılar, bir ağlaştılar sormayın. Herkes totosunu kurtardı, bu neyin ağlaması? Vicdan?

“Neden Senden Vazgeçtiler?”

Departmanı sırtlayıp götürmeniz, nitelikli olmanız, çalışkan olmanız yeterli olmuyor. Bu kararları alanların etik, hakkaniyetli ve tarafsız olması gerekiyor. Ne yaparsanız yapın, kuş tutun ağzınızla isterseniz. Karar merci kişiselleştirirse mevzuyu, sebepler bir o kadar saçma sapan ama sonuç aynı olur.

Şirket, ikale sözleşmesinde bahsi geçen meblağ ne kadar çok olursa vicdanen o kadar rahat hisseder. Ama çalışan açısından ölçümlenemeyen bir zararı göz ardı ederler. Bir sonraki iş görüşmesinde ilk soru “neden seni işe alalım” değil, “neden senden vazgeçtiler” olur. Bunun vebalini almamak için, şirketlerin daha doğru işe alım yapmanın yanı sıra, daha doğru ve etik işten çıkarmalar yapması gerekli.